Seçimlik
Üyelik Girişi

Anasayfa

BURANO ADASI ve KENTSEL KİMLİK

Prof. Dr. Erol KÖKTÜRK
(Harita Y. Mühendisi)

Venedik’e iki kez gittikten sonra, üçüncü kez gidişimizde turdan ayrılarak, Füsun’la birlikte Burano Adası’na gittik.
Burano, Venedik lagünündeki 118 adadan birisi.
O zaman akla şu soru takılıyor: Neden 117 adadan biri değil de, 118. Ada, yani Burano Adası?
Bu yazıyı kaleme almamın nedeni bu soruyu açıklığa kavuşturmak…
2023 yılında Venedik'e 5,7 milyondan fazla turist gelmiş. Bu büyük sayının önemli bölümü iki adaya gidiyor: Murano Adası ve Burano Adası…
Murano Adası, San Marco Meydanı’na daha yakın. Bu nedenle Venedik’e kısa süreli gelenlerin yeğleyebileceği bir yakınlık bu. Bu adaya kimliğini veren öğe, cam… Murano, bir cam adası…
Ya Burano?
Burano, Venedik lagününün ana adaları arasında. Bu adaya gitmek için vapurettoya biniyoruz. Vapuretto, lagün içindeki adalar arasında ilerlerken, bazı adalara dolmuş gibi dağıtım yaptıktan sonra, bir anda açık bir alana çıkıyor.
Dağıtım bitti, sonunda.
Vapurettoda, yalnızca o adaya gidenler kaldı.
Hareketimizden 40-45 dakika sonra, bulanık suyu yara yara bir adaya doğru yaklaşıyoruz.
Pisa Kulesi’ni görmediyseniz hiç üzülmeyin. Adaya yaklaştıkça sizi San Martino Kilisesi’nin eğik çan kulesi karşılıyor. “Düştü düşecek” gibi olmasa da, belirgin bir biçimde eğik.


San Martino Kilisesi, adanın tek kilisesi. Çan kulesi, esnek zemini nedeniyle birkaç derece eğik.
Bu yapı dışında yüksekliği sırıtan başka bir yapı yok. Pardon var. Bir de su deposu…
Adaya yaklaştıkça, sıradan bir kara parçasına gidiyormuşuz gibi bir duygu içinde oluyor insan. Sanki dışa kapalı bir ada, gizini dışa vurmak istemiyor gibi düşünüyorsunuz.
Ve işte adanın iskelesine yaklaşıyoruz…
Ve adaya ayak basıyoruz…
Karaya ayak basıp daha yüz metre yürür yürümez her şey değişiyor.
Kendinizi bir çiçek demetinin içinde buluyorsunuz.
Bu ayak bastığımız adada yaklaşık 3.000 kişi yaşıyor. Ada, Venedik belediyesinin bir parçası.
Burano Adası da, tıpkı Venedik gibi, “Sestieri” (bölgeler) olarak ayrılmış: San Martino Sinistro, San Martino Destro, San Mauro, Terranova ve Giudecca.
Burano Adası’nda dantel işleme sanatı, 16. yüzyıldan beri süren bir gelenek… Adaya ilk kimliğini veren bu uğraş olmuş. Bu nedenle adada bir Dantel Müzesi bile var…
3.000 nüfuslu bir yerde Dantel Müzesi
Çocukluğum geliyor usuma… Başta annem olmak üzere mahalledeki tüm kadınların ellerindeki tığlarını, Ören Bayan’ın beyaz, renkli ip sarılı yumaklarını anımsıyorum… Yaşamlarının her boş anında çalışan parmaklar ve tabii ki desene göre farklı biçimlerde sürekli sayan beyinler…
Sevgili annemizin bizlere veda etmesinden sonra evdeki bu ürünleri, yaşamımızın çok değerli anıları olarak heyecanla paylaştık, kardeşler arasında…
Bu benim 2.000 nüfuslu kasabamdaki ürünler. Ya tüm Anadolu kadınlarının ürünleri?
85 milyon nüfuslu ülkemizde ilk ve tek “Dantel Müzesi”nin 2009 yılında Kastamonu’da Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi açıldığını öğrenmek hayretimi büyütüyor… Koca ülkede bir tek Dantel Müzesi olması…
Burano Adası’ndaki dantel işçiliğinin ve Dantel Okulu’nun bir efsaneye dayandığını öğreniyoruz.

Burano'lu bir balıkçı, Burano'da onu bekleyen kız arkadaşına olan aşkı uğruna sirenlerin sesine direnmiş. Dalgaların Kraliçesi'nden, sevdiği kadına vermek üzere köpüren sudan yapılmış bir taç almış. Şanslı kadının arkadaşları, aldığı hediyeyi kıskanıp onu taklit etmeye çalışmışlar. Böylece 1872 yılında Burano Dantel Okulu doğmuş… Adanın romantik atmosferine yakışan romantik bir öykü.

Ada, Venedik Lagünü'nün birçok bölgesi gibi, barbar istilaları sırasında Roma kenti Altino'nun bazı sakinleri tarafından kurulmuş. Burano ismi, Altino kentinde bir bölge veya kapı olan Boreana kelimesinden gelmektedir.
Tuğladan yapılmış ilk evler 1.000 yılı dolayında yapılmış. Bu evlerden önce yapılmış olan erken evler, kamış ve çamurdan yapılmış duvarlara ve tavanlara sahip kazık evlermiş.
Tuğladan evlerde yaşayan kadınlar dantel ile, erkekler balıkçılıkla uğraşırlarmış.
Bu birbirine benzeyen evler, zaman içinde bir sorun yaratmış…

Balıktan dönen erkekler, yorgunluk atmak için balıkçı barınağının meyhanesinde birkaç kadeh içerlermiş. Ama çoğu kere değil, her zaman “birkaç” kadehte kalamayıp içkiyi fazla kaçırınca sarhoş olurlarmış. Kör kütük derecesinde. Sonra evlerine gitmek için adanın sokaklarına dağılırlarmış. Ama birbirlerini bile görecek durumda olmayan balıkçılar, hemen her keresinde birbirinin kopyası evleri karıştırırlarmış.

Tabii ki herkes birbirini tanıdığından, başka bir soruna dönüşmezmiş… Ama yarın ki gün kadınlar, kendi evlerinin kapısını kimin kocasının çaldığını birbirlerine anlatırlar ve gülerlermiş…
Ama bu duruma bir çözüm bulunması da gerekiyormuş.
Çözümü kadınlar bulmuşlar. Ve her kadın kendi evini başka bir renkte boyamış…
Böylece ev karıştırma sorunu çözülmüş.

Bu konuda anlatılan başka efsaneler de var. Ama benim en çok hoşuma gideni bu.

Bugün adada neredeyse aynı renk boyanmış ev yok… Aynı renk gibi görünenlerin de tonları farklı.





Sokaklarında yürürken, kanalların üstündeki köprülerde dururken, sürekli fotoğraf çekiyorsunuz. Bir şeyi eksik bırakmaktan, kaçırmaktan korkar gibi…
Öyle bir atmosferin içinde duyumsuyorsunuz ki kendinizi, yılın hangi ayında gelseniz, ilkbahar… İlkbahar’ın her rengi var evlerde, rengarenk…
Bu küçük yerleşmeyi, kanallar, köprüler adasını gezerken, benim usumda hep bir sözcük dolandı durdu; Kimlik
Bir yerleşmenin kimliği…
Rengarenk boyanan evlerin bir yerleşmeye kimlik vermesi...
Bu kimlikle 3.000 nüfuslu bir yerleşmenin milyonlarca turisti kendisine çekebilmesi…
Benim izlenimim olarak belirtmeliyim ki, binaların rengarenk oluşları dantellerin önüne geçerek, adanın kimliğini, cazibesini öncelikle belirliyor…
Tarihsellik bağlamında ikisi birbirini bütünlüyor olsa da, bugün dantelin rengi bütünlemesi durumu bu.
Kent kimliği üzerine düşünürken beni en çok etkileyen örneklerden birisi oldu, Burano Adası…
Kuşkusuz “kent kimliği” denilince çok kent sayılabilir: Paris (Eyfel Kulesi (olumlu ve olumsuz), Notre Dame Kilisesi vb.), Bremen (mızıkacıları), Moskova (Kızıl Meydan), Barcelona (Antoni Gaudi), Safranbolu (evler)…
Ama Burano Adası gibi küçük bir ölçekte yaratılan kimlik, bana daha ilginç geldi.

Kimlik oluşturmak bazen çok zor bazen de çok kolay…
Zaman zaman da oluşmuş ilginç kimlikleri fark edememek gibi bir sorun da çıkabiliyor ortaya…
Koruyamamak ise başlı başına bir sorun.
O nedenle önceki yazımı bütünlemek için de yazdım bu yazıyı.
“Korumak, koruyamamak” üzerine düşüncelerimi sürdürmek istedim.

Bir kentte planlanan değişiklikler her zaman işlevsellikle veya estetikle ilgili değildir. Temel bir özellik, sakinlerin “kendi” kentlerinden aldıkları ve karşılığında ona verdikleri “kimlik”tir. Kentsel kimlik, belirli bir yerdeki insanları birbirine bağlayan şeydir.
[1]

Aslında kimlik, önce orada yaşayanlar tarafından ve kendileri için oluşturulur. Bu doğal oluşum olmazsa, dışsal yaratımlar ya da daha kötüsü dayatmalar her zaman kabul görmeyebilir. Yani o yerleşmede yaşayanların benimsemediği, içselleştirmediği oluşumların kalıcı bir kimlik oluşturma olasılığı pek büyük değildir.
Kimlik üzerine düşünürken, sürekli sorulması gereken soruların şunlar olduğunu fark ediyorum:

“Bir yeri benzersiz yapan nedir ve bu özellik neden önemlidir? Köyler ve kasabalar, mevcut kalkınma kavramlarını genel bir şekilde devralmadan anlamlı bir şekilde nasıl daha fazla geliştirilebilir?” [2]

Prof. Dr. Marc REDEPENNIG, buna şöyle yanıt veriyor:

“Yerel kimlik, ilk anlamıyla, bir yeri, bir köyü, bir kenti, hatta bir bölgeyi ve peyzajı özel ve ayırt edici kılan şeyin ölçülü bir tanımıdır. Peki bir yeri diğer yerlerden ayıran, karakteristik kılan ve onu komşu yerlerden farklılaştıran nedir? Yerel kimlik her zaman bir gözlemcinin gözünde ortaya çıkar. Bu yerlerde yaşayan ve oradaki özellikleri fark eden insanlar, zamanla bunları koruyup-kollarlar ve geliştirirler. Dolayısıyla yerel kimlik önceden belirlenmiş, verili bir şey değil, insanların yaratıcı gücünün bir sonucudur.

Zaman içinde, genellikle yerel kimliğin ikinci bir anlamı gelişir, yani insanlar yavaş yavaş bu özelliklerle özdeşleşirler, onları kendi benlik örüntülerine entegre ederler. Kendini “O Yerli” olarak tanımlarlar ve söz konusu özelliklerden gurur duyarlar. Bu, genellikle, yerele olan bağlılıkla ilişkilendirilir. Çünkü kişi duygusal bağlılık nedeniyle o yere ve onun gelişimine, geleceğine aktif olarak bağlıdır; bu yüzden onu şekillendirmeye katılmak ister.”

Kendimizi hazır bir kimlik ortamında bulmadıysak, katılmalıyız… “O yerli” olmanın aktif aktörü olmalıyız… Seyirci değil, oyuncu olmalıyız; baş rol olmamız gerekmez… Figüranlık da onurlu bir iştir…
Bu nedenle yerleşmelerin kimliği konusuna biraz daha fazla kafa yormak gerekir.
Yitirilen kimlikler üzerine düşünmek gerekir.
Oluşmuş kimlikleri korumak gerekir.
Kimlik oluşturma çabalarına katılmak gerekir.
Kimlikli olmak, kimlikli yaşamak gerekir…

[1] Stadtplanung, Stadtentwicklung und Identität (Was uns verbindet), https://abes-online.com/publikationen/fachbeitraege/stadtplanung-stadtentwicklung-und-identitaet
[2] Wie entstehen lokale Identitäten?, https://www.startlandflow.de/story/stadt-und-land-wer-tickt-wie, 28.10.2020


(Yayınlanma Tarihi: 15.11.2024)