Seçimlik
Üyelik Girişi

Kuresel Isınma

KÜRESEL ISINMA

 

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından hazırlanan ve TBMM tarafından onaylanan 9. Beş Yıllık Kalkınma Planı (BYKP)’nda “İklim Değişikliği başlığı altında şöyle deniyor: “İklim değişikliği, fosil yakıtların yakılması, arazi kullanımı değişiklikleri, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazlarının doğal sera etkisini kuvvetlendirmesi sonucunda yerküre ikliminde oluşan değişiklikleri ifade etmektedir. Atmosferdeki CO2 ve diğer sera gazı birikimlerinde sanayi devriminden sonra başlayan hızlı artışa paralel olarak, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarında da belirgin ısınma eğilimleri gözlenmektedir. Son küresel değerlendirmelere göre, ortalama yüzey sıcaklıkları geçen yüzyılda yaklaşık 0,6 °C oranında artmıştır. Yağışlar ise, geçen yüzyılda kuzey yarımkürenin orta ve yüksek enlem bölgelerinde % 5-10 arasında artarken, subtropikal karaların önemli bir bölümünde yaklaşık % 3 oranında azalmıştır.

Gelişmiş iklim modelleri, küresel ortalama yüzey sıcaklıklarının 1990-2100 döneminde 1,4-5,8 °C arasında artacağını öngörmektedir. Sıcaklıklardaki artışa bağlı olarak, hidrolojik döngünün değişmesi, kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, şiddetli hava olaylarının frekansının ve şiddetinin artması, kuraklık, çölleşme, salgın hastalıkların ve zararlıların artması gibi, dünya ölçeğinde sosyoekonomik sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyecek önemli sonuçlarının olacağı beklenmektedir.

Bu değerlendirmeleri okuyunca, bir başka uzmanın, Jean Guilaine’nin değerlendirmelerine götürdü usum beni (Langaney-Clottes-Jean Simonnet 2006): “İnsan 3.000.000 yıldır var. 2.990.000 yıl boyunca avcı-toplayıcı olarak yaşadı. Yani neolitik mutasyon 10.000 yıldan az sürdü, olsa olsa tarihimizin binde biri… İnsanın macera eğrisinde hiçbir şey bu. Yani bu en temel bölüm, çok yeni. Bizim varlığımızın bir parçası. 2.990.000 yıla ilişkin anlatılanlar, her şeyden önce tarih öncesini değil, tarihin iyi ve güzel yanını ortaya koyuyor. Bizim tarihimizin… Neolitik devrimin özü, 19. yüzyıldaki sanayi devrimine kadar sürdü. Neolitik çağ,  tarihimizin kaynağı, dünyayı yüzeyselleştirmeye başladığımız an… Artık doğal ortam yok… Batıdaki bütün topraklar, birkaç zirve dışında insanlaştırıldı… İnsan her yerden geçti. Her şeyi değiştirdi…

Son 11.000 yılda el attığı her yeri bozan insanoğlu, kuşkusuz insanlık ailesinin hepsi değil, fütursuz kar hırsıyla hareket edenler, küresel ısınmanın da temel sorumlusudur…

Sera gazlarının atmosferik birikimleri insanlığı tehdit etme boyutuna gelince, olumsuz etkilerin en aza indirilmesi için hazırlanan, bir düzeyde durdurmayı sağlayabilecek en önemli ve tek hükümetlerarası çaba Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve onun Kyoto Protokolü'dür.

11 Aralık 1997 tarihinde imzalanan ve Şubat 2009 bakımından 181 ülkenin imzaladığı Kyoto Protokolü’den ABD 2001 yılında çekilmiştir. Protokol, 16 Şubat 2005’de uluslararası hukuk açısından bağlayıcı duruma gelmiştir. Protokole Rusya son anda destek vermiş, ABD hala imzalamamıştır. Türkiye’nin, Kyoto Protokolüne katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulunda 05.02.2009 günü kabul edilerek yasalaşmıştır.

Kyoto Protokolü şu anda yeryüzündeki sera gazı salımlarının % 55'inden fazlasını kapsamaktadır. Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler, pahalı yatırımlar gerektirmektedir. Sözleşmeye göre;

 

  •  Atmosfere salınan sera gazı miktarı % 5'e çekilecek,
  • Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
  • Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak,
  • Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek,
  • Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak,
  • Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek,
  • Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak,
  • Güneş enerjisinin önü açılacak, nükleer enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak,
  • Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.

 

Bu Protokol, birçok tartışmanın kaynağını oluşturmaktadır. İklimle uğraşan birçok bilim adamı, Kyoto Protokolü'nde belirlenen hedeflerin, sorunun yalnızca yüzeyine değinebildiğini söylüyor.

İklimle uğraşan birçok bilim adamı, küresel ısınmanın dehşetli sonuçlarının önünü alabilmek için, katılımcıların salımlarını yüzde 60 oranında azaltması gerektiğinde hemfikir. Bu durum, anlaşmanın bir işe yaramadığı ve ABD'nin desteğinden yoksun kaldığında, geri kalmış bir anlaşma olacağı yönünde eleştirilere neden olmuştu.

Ancak, gedikleri olmasına karşın, Kyoto'nun yokluğunun bir felaket olacağını, zira Kyoto'nun ilerideki görüşmeler için bir çerçeve oluşturduğunu söyleyenler de var. Bu tür bir çerçevenin yeni baştan oluşturulması, bir on yıl daha alabilir. Kyoto olmaksızın, iklim dostu bir ekonomi oluşturmak üzere çalışan politikacılar ve şirketler de, çok daha büyük güçlüklerle karşılaşabilir.

Anlaşma, iklim değişikliğinde en az paya sahip olmalarına karşın, sonuçlarından en çok etkileneceklerin gelişmekte olan ülkeler olduğunu belirtiyor. Üstelik bu ülkelerin çoğu anlaşmaya imza atmış durumda. Gelişmekte olan ülkelerin özel hedefleri tutturma yükümlülüğü yok, ancak salım düzeylerini bildirmek ve ulusal çapta iklim değişikliğini hafifletme programları geliştirmek zorundalar.

Salım değiş tokuşu, ülkelerin üzerinde karara varılmış sera gazı salım düzeylerinin alım satımına izin verilmesi demek. Çevreyi yüksek düzeyde kirleten ülkeler, gerçekleşenden daha fazla salım düzeyi hakkı olan ülkelerden kullanılmamış "kredileri" alabiliyorlar.

Pek çok zorlu görüşmenin ardından varılan bir kararla, ülkeler artık çevrenin karbon emme özelliğini artıran etkinlikleri karşılığında da kredi kazanabiliyorlar. Ağaç dikme ve toprağın korunması gibi bu etkinlikler, ülkenin kendi topraklarında ya da aynı ülke tarafından bir gelişmekte olan ülkenin toprakları üzerinde uygulanabiliyor.

Giderek daha fazla destek bulan bir başka yaklaşım, dünyadaki her bireye eşit miktarda bir gaz salım kotası verilmesi ilkesine dayanıyor. "Kısma ve Birleştirme" adıyla anılan bir başka teklifse, zengin ülkelerin salımlarını "kısma" oranlarının, toplamda, bilim adamlarının gezegenimizin kaldırabileceğini düşündüğü kirlenme miktarına denk düzeyde "birleşmesi" amacına göre ayarlanmasını öneriyor.

Tartışmalara bakıldığında 3 yaklaşım göze çarpıyor: Küresel ısınmanın çok önemli ve insanlık için çok tehlikeli olduğunu söyleyenler… Konunun abartıldığını söyleyenler… Konuyla hiç ilgilenmeyenler…

Türkiye'de kentleşmenin de etkisiyle uzun yıllardır özellikle gece sıcaklarında olmak üzere gözlenen ısınma eğilimleri, kış yağışlarındaki azalma eğilimleri ile son yıllarda yaşanan ekstrem sıcaklıklar, yağış yetersizliğine bağlı yaygın ve şiddetli meteorolojik kuraklıklar ve sıklıklarında giderek artış gözlenen taşkınlar ve seller gibi öteki doğal afetler de dikkate alındığında, Türkiye’nin küresel iklim değişikliğine ve onun olası etkilerine karşı çok duyarlı olduğu söylenebilir. Türkiye, iklim değişikliğinin, özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık, erozyon, çölleşme ve bunlara bağlı ekolojik bozulmalar, ısı dalgalarına bağlı ölümler ve vektör kaynaklı hastalıklarda artışlar gibi öngörülen olumsuz yönlerinden etkilenebilecektir.

Geleceğimizi tehdit eden bir olgu mudur küresel ısınma? Bence öyle…

Artık yaz aylarında güneşe koşmak yerine, güneşten kaçma noktasına geldik… Uzmanlar 10.00-16.00 saatleri arasında güneşle doğrudan temastan kaçınmanın zorunluluğunu vurguluyor… Yoksa cilt kanseri riski yaygınlaşıyor…

Eskiden adını bilmediğimiz, 20-30 faktörlü koruyucular sürmek zorunda kalıyoruz bugün…

Her şey doğal olmaktan hızla uzaklaşıyor

"Küresel ısınma meteorolojik dengeleri değiştirdi," deniliyor… Gerçekten de bir bakıyorsunuz, hiç hesapta yokken sırılsıklam olabiliyorsunuz… Ya da mevsim normallerinin dışındaki yağışlarla karşılaşıyorsunuz… Eylül 2011’de Rize’deki sel felaketinden sonra, Temmuz 2012’de Canik’te 10 yurttaşımızın canından olduğu felaketteki gibi…

Gündelik yaşamımızı da etkiler oldu küresel ısınma...

Ne kadar ciddiye alıyoruz? Ne kadar önlem alıyoruz?

Ne kadar tepki gösteriyoruz? Yoksa gelecek çölleşmeyi bugünden kabullenmiş durumda mıyız?

Sorular, sorular…

Çevre sorunları, onun bir boyutu olan küresel ısında, her daim mücadele gündemimizde olması gereken bir konudur…


KAYNAKÇA

BBC 2005, Kyoto Protokolü: Nedir, Ne Değildir? (Çev.: Tolga KORKUT), http://bianet.org/bianet/cevre-ekoloji/54452-kyoto-protokolu-nedir-ne-degildir, 15 Şubat 2005

DPT 2007, Çevre Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara 2007.

LANGANEY, André-CLOTTES, JEAN-GUILAINE, Jean-Simonnet, Dominique, (Çev.: Emine Çaykara), İnsanın En Güzel Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3. Baskı, Nisan 2006, İstanbul, ISBN: 975-458-247-5, 149 s.

WIKIPEDIA, Kyoto Protokolü, http://tr.wikipedia.org/wiki/Kyoto_Protokol%C3%BC

 

Yayınlanma Tarihi: Temmuz 2012