Seçimlik
Üyelik Girişi

Geziden Once ve Sonra

GEZİ’DEN ÖNCE VE SONRA

 

Gezi Parkı sahiplenmesi, demokrasi ve kent hakkı mücadelesinin en önemli örneği olarak tarihe geçti. Bu direniş, “Duran Adam” simgesiyle ve yaratıcı sivil itaatsizlik örnekleriyle sürerken, çok yönlü olarak değerlendirmelere de konu olmaktadır. Üzerinde ne kadar kafa yorulsa azdır. Toplumsal yaşamımızın, uygarlık tarihimizin önemli bir miladı olarak gerçekleşen bu eylemi başlatan ve kararlılıkla sürdürenlere gönül borcumuzu sunmak gerekir.,

Eleştirinin çoğunluk hoş görülmediği bir ülkede yaşıyoruz. Eleştirmek ve eleştirilmek, genellikle suçluluk yaratıcı bir durum olarak değerlendirilir. Eleştirinin yapıcı yanları göz ardı edilerek, onun içinde kırıcılıklar aranır. Sayın Nadir NADİ, 20.08.1989 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nde, “Biz ‘Şarklılar’ eleştiriden hoşlanmayız. Çünkü aklımızla değil, duygularımızla yaşarız ve eleştirinin mantıksal zorunluluğuna ilişkin Batılı filozofun üç yüz yıl önce ortaya koyduğu gerçeği, yani ‘Eleştirilmek zaman zaman üzücüdür; fakat eleştirilmemek her zaman kötüdür,’ gerçeğini henüz algı1ayamamışızdır. İster bilgin olalım, ister sanatçı, ister politikacı, bize karşı çevrilen eleştiri sinirlerimizi bozar,” derken bizde eleştiriye bakışı ortaya koymaktaydı.

Kanımca Gezi Parkı adıyla simgelenen direniş, ülkemizde son yıllarda yapılan en güçlü ve etkili toplumsal eleştiridir…

Oysa bu direnişin en temel aktörü olan 18-30 yaş arası gençler, bizim “politiğimize” göre, “apolitik”tiler. Bizim çok duyarlı olduğumuz toplumsal olaylara karşı da duyarsızdılar… Onlara öyle bakıyor, öyle değerlendiriyorduk… Hatta kızıyorduk… Öyle bir ortaya çıktılar ki, bir okuma hatası içinde olduğumuzu, bir gözleme körlüğü yaşadığımızı, doğru düzgün toplum mühendisliği yapamadığımızı bizlerin suratına vurdular…

Bu olay karşısında doğalı ve anlamlısı ise, özeleştiri yapmak olabilirdi… Erktekiler, yaptıkları hataları kabul etmek yerine direnişçileri suçladılar; daha da öte vahşi biçimde Gezi’ye kerelerce saldırdılar… “Ölçüsüzlük” her davranışlarının başına konacak sıfata dönüştü. Yaşam tarzı dayatmalarının ve kent toprakları üzerinden ekonomiyi ayağa kaldırmanın hesapları içinde olsalar da, bir kerecik de olsa, çok özendikleri Osmanlı Padişahları gibi tebdil-i kıyafet bürünüp orada birkaç saat geçirselerdi, belki bu kadar vahşi emirler vermezlerdi.

Ama özeleştiri yapmayı yalnızca erktekilerle sınırlandıramayız… Özeleştiriyi, ülkemizde demokrasi, özgürlükler ve çağdaşlık adına mücadele eden siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerine, meslek kuruluşlarına, ve tabii ki kendimize doğru yaygınlaştırmalıyız. Özeleştiri, en yalın tanımıyla, “bir kişinin kendi düşünce biçimleri, kalıpları ve bunlara göre gerçekleşen davranışları üzerine yönelttiği sorgulama”dır. Çok kolay kullanılan, ama çok kolay gerçekleştirilemeyen bir eylemdir bu. Çünkü özüne uygun yapılırsa, ardından bir değişim sürecinin yaşanması gerekecektir. Kaç kişi düşüncelerini, davranışlarını gerçekten değiştirmek istemektedir?

Fakat yaşananlardan sonra özeleştiri yapılamayınca, olay “güzel, sempatik, mizahi, değişik” sıfatlarıyla nitelenmekle yetinilirse, özü ve arka planındaki toplumsal gerçeklik görülemezse veya görülmek istenmezse, doğru bir düzlemde kavranmış da olamaz… Gezi Parkı olgusunu doğru kavramanın koşulu, durmak, özeleştiri yapabilmektir. Özeleştiri, mutlaklaştırılanın reddidir… Dört elle sarıldığımız düşüncelerimizi, inandıklarımızı, siyasetimizi, davranışlarımızı gözden geçirmenin eşiğindeyiz… Bu olay bize bazı saplantılardan arınma fırsatı vermektedir… Ya bu eşiği aşarak değişeceğiz, ya da kendimizi yinelemeyi sürdüreceğiz…

Gezi Parkı direnişi ve yaşananlar, diyalektiğin “niceliklerin niteliğe dönüşmesi” ilkesi bağlamında kavranması doğru olanıdır. Gezi direnişi bu birikimin son damlasıdır, vesilesidir… Yıllardır yaşanan baskıları, gelecek umutsuzluklarını, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, yaşam tarzı dayatmalarını taşıran bir damla… Yalnızca aysbergin suyun üstündekini görmekle yetinenlere, altını gösterme çıkışı… Burada bir sonuç alınıp-alınmaması, eylemin varacağı nokta yanıtı aranan temel konulardan birisidir. Kanımca bu direniş bu biçimiyle bile toplumsal amacına ulaşmıştır. Yurt içinde ve dışında bulduğu destek, yarattığı etkiler bu amacın gerçekleştiğini göstermektedir. “Somut bir yere varamadığı”nı söylemek doğru değildir.

Bir başka nokta da “bu gençlerin bugüne kadar nerede oldukları?” sorusudur. Bu gençlerin çoğu bizim çocuklarımızdı… 1968’i, 1978’i, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü, baskıyı, sindirilmeyi, mücadele etmeyi yaşayan kuşakların çocukları… Bu nedenle bugünün gençleri, bazen korkumuzdan politik sohbetlerimizden uzak tutmaya çalıştığımız, ne kadar uzak tutsak da sohbetlerimizin dolaylı kulakları olan çocuklarımızdı. Bellek bu, kaydeder… Zamanı gelince de anlamlandırır… Bunu söylerken temel faktörün ana-babalar olduğunu söylemiyorum. Ama bu tepkilerin böyle bir arka planı da olduğunu, bu nedenle bir gecede, aniden ortaya çıkmadığını görmek gerektiğini belirtmek istiyorum.

Zaman, gerçek ve özüne uygun özeleştiri zamanıdır… Özeleştiriyi, söylemi hoş, altı ise boş bir araç olmaktan çıkarıp hakkını vermenin zamanıdır… Yapabilirsek, bu olguyu, hem kendimiz için, hem de ülkemiz için gerçekten bir önemli başlangıca dönüştürebiliriz…

Eylemin simgesi gençler, dönüm noktasını başarıyla geçmişlerdir. Şimdi bu direnişi anlamaya çalışanların da kendi dönüm noktalarını geçmeyi başarmaları gerekir. Gençler ve kendimiz bağlamında bu dönüşüm iç içe doğru kavranmalıdır…

Gezi Parkı olayının ülkemiz ve demokrasimiz için bir dönüm noktası olduğunu yerli yabancı herkes kabul ediyor zaten… Artık toplumsal yaşamımız, “Gezi Öncesi ve Sonrası” olarak başka bir boyut kazanacaktır…

 

 

Yayın Tarihi: Haziran 2013